Çölün derinliklerinde yanlarında cep
telefonları, gaz silindirleri ve TNT olan bir grup erkek toplandı.
Kanalı'ndan başkente geçmek üzere bir
feribot sırasına giriyor, ama sonra direksiyon kırıp Akdeniz kıyısına doğru
gaza basıyorum.
Kuzey sadece bürokratik yönden değil
farklı açılardan da çok ayrı duruyor; manzaranın dahi güneyin yüksek, pembe
dağlarıyla hiçbir benzerliği yok. Kumullar göz alabildiğince uzanıyor,
otoyolları örtüyor ve dört bir yanda ufku kaplıyor. Kuzey Sina'da her şey çok
uzak görünüyor.
Mısır yönetimi bir zamanlar kuzey
sahillerinde ciddi bir potansiyel görmüştü. Bundan bir nesil önce, geniş
plajları ve sıra sıra palmiye ağaçlarıyla El Ariş, Akdeniz'de bir pırlanta gibi
ışıldıyordu. Devlet kente ilgi göstermiş, oteller ve işletmeler arasında iyi
okullar yükselmişti.
Mercan resiflerine dimdik inen sarp
dağlar yerine, kum plajları ve sığ denizlere doğru uzanan düz yapısıyla El Ariş,
turizm alanında kalkınmaya güneye oranla daha uygundu.
Ancak yirmi yıl önce güneyde yaşanan
hızlı gelişme tüm kaynakları kuzeyden uzaklaştırdı. Ayrıca, sadece 48 kilometre
uzaklıkta yer alan Gazze'de süregiden huzursuzlukla birlikte son yabancı
turistler de burayı terk etti.
Şimdilerde El Ariş'e girmek, yarım
bırakılmış tabaklar ve boş sandalyelerin yer aldığı ani- den sona ermiş bir
akşam yemeği partisine katılmaya benziyor. Kapalı bir turizm ofisinin ve
Akdeniz'e bakan terk edilmiş otellerin önünden geçiyorum. Kent merkezinde genç
erkekler kaldırımlarda oturmuş, bir şeyler bekliyormuşçasına sokakları gözlüyor.
Bir araştırmaya göre, 20-30 yaş grubundaki her on kişiden dokuzdan fazlasının
sürekli bir işi yok, güneydeki otellerde çalışma izni alma umudu ise daha da
düşük.
Mısır'ın diğer bölgelerinde haftalar
geçirdikten sonra, El Ariş'te kısa bir süre kalınca, insan sanki burada hiç kadın
yaşamıyormuş gibi bir duyguya kapılıyor. Sina'nın diğer bölgelerinde tüm
toplumsal ayrımlar dine değil, sınıfsal konum ve geleneklere de dayanıyor,
kadınlar da erkekler kadar toplumsal yaşamda boy gösteriyor. El Ariş ise kadınları
genellikle evde ve örtülü tutan İslami muhafazakârlığa kaymış. Burası İyad
Salah'ın, Muhammed ve Süleyman Flayfil kardeşler dâhil, Bedevi suikastçıları
topladığı ortam.
Bir çocuk, ihtiyar Şeyh Ahmet Flayfil'i
çağırmak üzere koşturuyor. Güneşten kavrulan avluya girerken gözlerini kırpıştıran
Şeyh Ahmet, tüm Bedevi geleneklerine aykırı bir biçimde, ne oturuyor ne de çay
ikram ediyor. Uzun uzun beni süzdükten sonra, “Ölü oğullarımı sormaya mı
geldin?” diyor.
Evet öyle yapmıştım.
Şeyh iç geçirip pencereden dışarı, uçsuz
bucaksız kumullara doğru bakıyor. Kasaba halkı, Şeyhin oğullarının uzun sakal
bırakmaları ve komşularıyla birlikte camiye gitmek yerine iba det için çölde
inzivaya çekilmelerini dillerinden düşürmüyor. Şeyh öz evlatlarını reddetmiş.
En sonunda, “Öldüler” diyor. Ve, başka
hiçbir şey söylemeden gidiyor.
Ekim gecesi iki bomba daha patlamıştı. O
Yaser el Bedrevi, Nuveyba'da, otel odasının balkonunda dikilmiş, sahil boyunca
kuzeye, sırt çantalı gezginlerin kampına doğru bakıyordu. İşte tam bu sırada
kamp alanında büyük bir patlama gördü. Saniyeler geçmeden patlamanın sesi de
duyuldu; aşağıda, kumsalda ki neredeyse tamamı İsrailli olan müşteriler dönüp
baktıklarında patlama bölgesinin üzerinde küçük, mantarımsı bir bulut
oluştuğunu görecekti. El Bedrevi, nükleer bomba, diye geçirdi içinden. Sina,
barışın hüküm sürdüğü, huzurlu bir yer olarak ün salmıştı, bu nedenle bu bulut
görüntüsü bir anlam ifade etmiyordu.
Kampın dışında uzanan yolda, arabasının
içinde bir adam aracı içeri doğru sürmeyi dene- miş, ama fenerli bir koruma
görevlisinin ortaya çıkmasıyla son anda ürkmüştü. Telaşla arabayı geri geri
sürmüş, bir kumula saplanmış, ardından yürüyerek oradan uzaklaşmış ve uzaktan
kumandayla aracı patlatmıştı. Yakınlardaki bir diğer kampta, bir başka sürücü,
üzeri palmiye yapraklarıyla örtülü bir lokantanın yakınına aracını park etmiş,
arabayı havaya uçurmuş, lokanta ve pek çok bambu kulübe yerle bir olmuştu.
Patlama sonucu iki İsrailli ve bir Bedevi öldü. Ve yine sürücü görünmeden
kayıplara karıştı.